- Uzm. Dyt. Zübeyde SEMİZ - 12-03-2025 23:08:17
Canlılığın sürdürülebilmesi için organizmaların ihtiyaç duydukları besinleri alması ve kullanması sürecine beslenme veya yaygın kullanılan yabancı ismiyle nutrisyon denilir. Tüm mikroorganizmalar, bitkiler ve hayvanlar doğal ortamlarındaki besinleri tüketerek yaşamlarını sürdürürler. Beslenme bilimi diyetin belli hastalıkların ortaya çıkmasındaki rolünü inceler. Bu hastalıkların sağlıklı beslenme ile nasıl önleneceğini veya tedavi edileceğini araştırır.
Geçmişte insanlığın en önemli sağlık sorunu, yeterli besin maddesine ulaşamadığı için ortaya çıkan hastalıklar ve enfeksiyonlardı. Günümüzde ise insanlık hareketsiz yaşam ve hatalı beslenme alışkanlıkları nedeniyle gelişen kronik hastalıklarla mücadele etmektedir. Bu nedenle güncel tıp eğitiminde hastalıkların patogenezinde enerji ve besin ögelerinin çok aşırı veya çok az alınmasının önemi gerektiğince vurgulanmalıdır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hatalı beslenme açısından en sık görülen davranış, makrobesinlerin dengesiz tüketimi ve aşırı miktarda kalori alınmasıdır. Rafine besinlerin tüketiminin giderek artması, çevre kirliliği ve kimyasal karıştırıcılar gibi diğer etmenler de beslenme ile ilişkili kronik hastalıklara neden olan diğer önemli faktörlerdir. Beslenme ile ilgili olumsuz faktörlerin kronik hastalıkların gelişimindeki etkisi ne kadar büyükse, sağlıklı beslenme davranışının da bu hastalıkların iyileşmesindeki katkısı o kadar büyüktür. Bu nedenle günümüzde pek çok hastalıkta o hastalığa özgün beslenme yaklaşımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yaklaşımlar sadece bazı makrobesin oranlarının değiştirilmesi ile sınırlı olmayıp, mikrobesinlerin miktarı ve oranı ve beslenme davranışının kendisi ile de ilgilidir. Bu nedenle kronik hastalıklarla ilgilenen tüm hekimlerin beslenmenin temel prensiplerini bilmeleri ve hastalarının bu prensiplere ne boyutta uyum gösterdiğini izlemeleri önemlidir.
Hiperinsülinemi ve/veya insülin direnci karsinogenezi etkileyebilir.1990’ların ortalarında insülin direnci için fiziksel inaktivite, obezite, pozitif enerji dengesi gibi diyet ve yaşam tarzı risk faktörlerinin kolorektal kanserler için de risk faktörleri olduğu gösterilmiştir. Düşük lifli beslenmenin de bu duruma katkısı mümkündür.
Hipertansiyon hastalarında ilaç tedavisinin yanında doğru beslenme oldukça önem taşır. Doğru beslenme ile evre 1 hipertansiyon hastalarında antihipertansif tedavi ihtiyacı ertelenebilmekte ve hatta ortadan kalkabilmektedir.
Günümüzde en sık görülen ölüm nedenlerinden biri haline gelen ve genetik yatkınlığın büyük rol oynadığı kalp ve damar hastalıkları sigara, aşırı stres, hareketsizlik ve yanlış beslenme gibi faktörlerle büyümeye devam ediyor. Kalp damar hastalıkları açısından en önemli risk faktörlerinden biri olan şişmanlık en büyük tehlikelerden biri olarak karşımıza çıkmakta. Şişman kişilerde yüksek tansiyon ve kalp–damar hastalıkları daha sık görülüyorken, yalnızca 2 ile 5 kilo arasında zayıflamanın bile tansiyonu düşürdüğü, kan lipitlerini normal düzeye getirdiği, insülin salgısını düzenlediği ve kalbi koruduğu artık bilinen bir gerçek. Öyleyse kalp hastalıklarından korunmada bu büyük risk faktörünü elemek için ideal kilomuza olabildiğince yaklaşmamız şart. Şeker hastaları da genellikle tansiyona, kalp krizine ve felce daha yatkın olduklarından bu duruma özellikle dikkat etmesi gereken grup içinde yer alıyor. Kalp ve damar hastalıklarından korunmak ve ilerlemeyi engellemek için öncelikle meyve ve sebze gibi antioksidan etkisi bulunan gıdaların tüketimini arttırmak gerekiyor. Yükselen kolesterol düzeyinin dengelenmesinde kırmızı et yerine doymuş yağ içeriği daha düşük olan balık, tavuk ve hindinin tercihi de doğru bir davranış olacaktır. Kolesterol içeriği yüksek olan sakatatlardan ve et ürünlerindense (salam, sucuk, sosis, pastırma) uzak durulmalıdır. Etlerin görünen yağları, tavuk ve hindinin derisi tüketilmemelidir. Kızartma, kavurma işlemleri yerine; haşlama, ızgara, buğulama ve fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir. Balık, omega-3 yağ asitlerinin etkisiyle iyi kolesterolü yükseltirken, kötü kolesterolün ön maddesi olan trigliseridleri düşürmektedir. Bu nedenle balık, ceviz, fındık gibi omega-3 yağ asitlerinden zengin bir diyetin kalp sağlığı üzerine olumlu etkileri bulunmaktadır. Ayrıca, bu tür yağlı tohumlarda bol miktarda bulunan arginin amino asitinin, magnezyum mineralinin ve E vitaminin de kalbe yararı vardır. Ancak tüketimin abartılmaması, bir uzman tarafından hazırlanmış diyette makul miktarlarda yer alması gerektiği unutulmamalıdır.
Diyabet tedavisinin amacı kan şekeri kontrolünü sağlayarak diyabetin seyrinde gelişebilecek bozuklukları (komplikasyonları) önlemek veya geciktirmek; böylece yaşam kalitenizi yükseltmektir. Diyabette bu amaca yönelik olarak tedavi, sağlıklı beslenme ve egzersiz ile sağlanabilmektedir.
Karaciğer sirozu olan hastaların %50-90’ında görülebilen malnutrisyonun, hastalık prognozunu kötü yönde etkilediği bilinmektedir. Malnutrisyon sebepleri arasında, yetersiz oral alım, hiperkatabolik durum, malabsorbsiyon ve makronutrient metabolizma artışı sorumlu tutulmaktadır. Yeterli enteral nutrisyon, hastaların besin değeri seviyesini yükseltip karaciğer fonksiyonlarını iyileştirmesi; gelişebilecek komplikasyon oranlarını azaltması ve sağkalım üzerinde olumlu etkileri olması nedeniyle sirozlu hastalarda önerilmektedir.
Kronik böbrek yetmezliği (KBY)inde beslenme tedavisinin düzenlenmesi hastalık seyrinde önemli rol oynar. Beslenme tedavisindeki amaçlar; hastanın beslenme durumunu düzeltmek ve/veya korumak, üremik toksisiteyi azaltmak, böbrek bozukluğunun ilerlemesini önlemek, kardiyovasküler, serebrovasküler ve periferik vasküler hastalık riskini azaltmak, protein yıkımını azaltmak, dehidratasyon ve aşırı sıvı birikimini önlemek, asidozu düzeltmek, elektrolit dengesini düzeltmek, kusma ve diyareye bağlı sıvı elektrolit kayıplarını kontrol altına almak, iştahsızlığı önlemek, hipertansiyon ve kemik ağrılarını önlemek, ve bu şekilde mümkün olduğunca geç diyalize başlamaktır.
Uzm. Dyt. Zübeyde Semiz
Diyetisyen ve Beslenme Uzmanı
Kaynaklar:
Diyetisyen
Son Yazılar